"Başımıza gelenler Osmanlı'ya ihanetimizin İlahi Cezasıdır"

Henüz ölmeden hemen önce, yatağında son nefeslerini veren Şerif Hüseyin 'in ibret dolu sonu elbette kendisinden yüz yıl sonra bugün bile tartışılmaya devam edecekti. On altı yıl payitahtta kalmasına rağmen, 1908 ikinci meşrutiyet ile beraber ittihatçılardan, aradığı fırsatı bulan Şerif Hüseyin, ölen amcasının yerine Mekke-i Mükerreme Emiri olarak Hicaz'a gidecekti. Sonrası savaşlar ve yorgun yıllar geçirecek olan Osmanlı Devleti için çok zor olacaktı. İsyan kendisine fayda getirir gibi görünse de 1924'te Suudi Arabistan'ın kuruluşuna şahitlik edecek, işinin bittiğini anladığında Kıbrıs'a sürgüne gidecekti. Kaçacak yeri kalmadığından son günlerini Ürdün kralı oğlunun yanında geçirecek ve orada ölecekti.

Şerif Hüseyin'in ihaneti, tarih bilmeyen nice güruhlara "Araplar bize ihanet etti" hamasetini beraberinde getirerek ne Arap coğrafyasını, ne de Biz derken kendisini bilmeyen bir nesli doğuracaktı elbette.

1744'te Arap Coğrafyasında iki adam birbirlerinin kanı üzerine yemin ettiler ki burası Riyad yakınlarında Diriye adı verilen küçük bir kasabaydı. Kahramanlarımız  Muhammed Bin Suud ile Muhammed Bin Abdulvahhab idi. "Kur-an ve Sünnette olmayanları dinden saymayarak asıl din olan İslam'a dönüş" gibi epeyce iddialı (!) sloganı ile yola çıkan Abdulvahhab bedevi Araplar arasında kısa sürede revaç buldu. Muhammed Bin Suud ile yeminleşerek yola çıktı. Hiçbir surette birbirlerini yarı yolda bırakmayacaklardı. Nitekim öyle de oldu. Çölde Diriye Emirliği diye başlayan bu gayri nizami yapı Devlet-i Âliyyenin gözetiminden Epeyce uzaktı. Bunu fırsat bilen Suud ailesi kısa zamanda çöllerden başlayan hakimiyetini büyüterek bütün Arap coğrafyasına yayıldı. 
Osmanlı hâlâ umursamak istemedi ama elbette durumdan haberdardı.

1798 de Mısır'ı Napolyon'a kaybeden Osmanlı 1802 de yeniden ele geçirdi. Sonra Kerbela' ya saldıran Diriye Emirliği'nin üzerine gitti. Fakat Abdulaziz Bin Suud bir şii tarafından öldürülünce gerek kalmadı. 

Sonra yerine aynı isimde oğlu geçti. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvereyi ele geçirdi.
Artık ateşle oynamıştı. Birçok Ashab-ı Kiram kabrini yıktırmış, Türk yerleşimcileri kovmuş ve Hacıları Mekke'ye almamıştı. Zor yıllar geçiriyordu Pahitaht... Rusya ve Avusturya ile savaş durumu vardı. Mısır Valisi Kavalalı, önce oğlu Tosun Paşayı ardından Hicaz'ı baştan başa geçecek olan İbrahim paşayı gönderdi. Hiç acımadı O. Kral Abdullah dahil dört oğlunu pahitahta gönderdi ve Emirliği de ortadan kaldırdı. Kral ve çocukları teşhir edildikten sonra başta Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvereyi tehlikeye düşürdükleri gerekçeleri ile başları gövdelerinden ayrıldı. Mezarları da olmadı. 

Durmadı Suud Hanedanı. Kısa sürede Necid Emirliği kuruldu. İstikrarlı olamadılar elbette, Reşidi Hanedanı tarafından defalarca yenilgiye uğratıldılar. 1891 de Osmanlı Devleti de Reşidileri destekledi ve Necit Emirliği ortadan kalktı.

Tabi artık Arap coğrafyası yavaş yavaş ingilizlerin dikkatini çekmeye başladı. Petrol bilinen bir gerçekti. 1902 de İngilizlerin desteğini alan İbn-i Suud yeni bir macera ile Riyad'dan Reşidileri çıkardı ve Necid Emirliğini kurdu. Artık yorgun yıllar başlıyordu. Koca çınar yavaş yavaş kuruyordu. Bu durumu fırsat bilen İbn-ii Suud bütün Arap Coğrafyasını yavaş yavaş ele geçirdi. 1924'e  kadar artık Hicaz ve Necid adıyla  iki ayrı devlet olarak varlık gösteren Suud gerçeği 1927 de Suudi Arabistan Krallığı olarak birleşti.
 
Şimdi buradan sonrası kolay, çünkü çetrefilli yerleri geçtik. Ama yazımızda biraz uzun oldu takdir edersiniz.

Şerif Hüseyin' in Osmanlı'ya yaklaşacağından çekinen ve ajanlarını çok iyi kullanan İngiltere, işi bitince Hüseyin'i def etti başından. İhanetini kendisi değil sadece, soyundan gelen herkes feci bir şekilde ödedi...İngiltere, Osmanlı'nın savaş durumunu da fırsat bilince Reşidilere karşı Suudluları yükselttiler. Bundan sonrası petrol, ABD, para, cinayetler ve Kan...
Sıkı durun, neler var neler...