Bugün, Türkiye’nin dört bir yanındaki evlerde, eski günlerin özlemiyle dolup taşan kalpler var. 90’lı yıllar, birçoğumuz için sadece bir zaman dilimi değil, bir duygu, bir huzur, bir bereket atmosferiydi. O yıllarda evler, sadece dört duvar ve bir çatıdan ibaret değildi; sevgiyle, paylaşmayla, komşulukla, sade bir mutlulukla dolup taşan yaşam alanlarıydı. Bu köşe yazısı, o günleri yad etmek, o sıcak anıları yeniden canlandırmak için kaleme alındı.
90’lı yılların evleri, bugünün lüksüne ve hızına yabancı, ama samimiyetle dolu bir dünya sunardı. Televizyon ekranlarında siyah-beyaz görüntülerin yerini renkli yayınlar alır, ama evlerin içindeki neşe, teknolojiden değil, insan ilişkilerinden gelirdi. Bayram sabahları, çocukların yeni ayakkabılarının sesiyle uyanır, komşuların kapıları çalınır, şeker toplamak için mahallede koşuşturulurdu. Her evden bir tepsiye kurabiye, bir tabak baklava çıkardı; paylaşmak, o yılların en büyük geleneğiydi. Bereket, sadece sofradaki ekmekte değil, kalplerdeki paylaşma isteğinde saklıydı.

O yıllarda mutfaklar, annelerin ve ninelerin elinden çıkan mis kokularla dolardı. Bulgur pilavı, nohut yemeği, ev yapımı reçeller, komşulara ikram edilmek için hazır beklerdi. Kapı çalınır, komşu teyze “Bir tabak aşure getirdim, afiyet olsun” derdi; karşılığında bir bardak çay, bir gülümseme yeterdi. Hiçbir şey para ile ölçülmezdi; her şey, bir dostluk bağıyla, bir sevgiyle paylaşılırdı. Sofralar, kalabalık olurdu; bir tabak yemek, yetmezse kapı komşudan bir tas çorba istenirdi. Bereket, o yıllarda, maddi zenginlikten değil, insanlığın zenginliğinden gelirdi.
Komşuluk, 90’lı yılların en güzel hediyesiydi. Mahalleler, bir aile gibiydi; çocuklar sokakta oyun oynar, büyükler balkonlarda sohbet eder, dertleşirdi. Bir evde tencere kaynamasa, diğer evden bir tabak yemek gelirdi. Kapılar kilitlenmezdi; çünkü güven, o yılların en büyük hazinesiydi. Akşamüstleri, mahalleli bir araya gelir, çaylar demlenir, radyodan çıkan türkülerle dertler unutulurdu. Bir komşunun düğünü, hep birlikte bir şenlik olur; bir cenazesi, hep birlikte bir dua ile uğurlanırdı. O yıllarda, yalnızlık diye bir şey yoktu; çünkü herkes, birbirinin derdiyle dertlenirdi.
Bugün, o günleri özleyenlerin gözleri nemleniyor. Modern dünyanın hızı, teknolojiye bağımlılığı, insan ilişkilerini soğutmuş olabilir; ama o eski günlerin sıcaklığı, kalplerde hâlâ canlı. 90’lı yılların evlerindeki mutluluk, lüks mobilyalarda değil, ailelerin bir arada olduğu sofralarda, komşuların kapı çalınışında, çocukların sokaklardaki kahkahalarında saklıydı. Bereket, sadece maddi şeylerde değil, paylaşılan bir tas çorbada, bir dost selamında, bir gülümsemede yatıyordu.
Bu yazı, o günleri özleyenlere bir selam, bir anı, bir gözyaşı hediyesidir. Belki o yıllara geri dönemeyiz, ama o ruhu, o bereketi, o komşuluk duygusunu yeniden canlandırmak mümkün. Kapımızı çalan bir komşuya bir tabak yemekle başlamak, sokakta oynayan çocuklara bir gülümseme vermek, soframızı bir başkasıyla paylaşmak… Eski günlerin huzuru, aslında hepimizin içinde, bir anıya dokunmayı bekliyor. O yılların bereketi, huzuru, sevgiyle dolup taşan evleri, komşuların sıcaklığını bir kez daha hatırlayalım. Gözlerimizdeki yaşlar, özlemle karışık bir umut taşısın; çünkü o günler, sadece geçmişte değil, kalbimizin bir köşesinde hâlâ yaşıyor.