''Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri; Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.'' Mehmet Âkif Ersoy

Sevgili okur,

Bendeniz yalnızca sizden biri, hepsi o kadar. Umuyorum ki uzun bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte tarihin sayfaları arasında. Ancak şimdiden söylemek gerekir, keşifler yapmak vs. olmayacak buradaki amacımız. Bilakis sorular soracağız, yanıtlanması elzem olan sorular.

Çünkü herkesin elini taşın altına koyması gereken zamanlar gelip çattı. Neredeyse 100 yıllık bir uykudaydık. Farklı meslek grupları, ama özellikle de Türk akademisi yapmak zorunda olduğu işi yapmadığı için, gelecek muhtemel bir saldırıya karşı hazırlıksızız.

Lütfen abarttığımı düşünmeyin, çünkü akademi bizatihi bir cephedir. Bilim, normatif dönemlerde, yani her şeyin olağan akışında gittiği dönemlerde, bir sonraki kriz halinin hangi düzlemde cereyan edeceğini tayin eder, o dönemin hazırlıklarını yapar.

Anadolu ve İstanbul’un 1919 yılındaki işgalinin ilmî gerekçeleri Herbert Adams Gibbons tarafından Robert Kolej’de atılmıştı. Söz arasında hâlâ bu fikirleri takip eden, çok “saygın” akademisyenlerimiz de var. Ama bu konuyu şimdilik sonraki bir yazıya bırakalım.

Dolayısıyla birlikte meseleleri ele alırken, kronolojik bir düzlemde tarihte ne olup bittiğine bakmayacağız, hatta bu bizi hiç ilgilendirmeyecek dersek abartmış olmayız.

Neden derseniz, bunu zaten yapan o kadar çok kişi var ki…

Mesela Sakaların tarihte yaptıkları her şeyi biliyoruz -tabii ki kaynaklar izin verdiği ölçüde. Ancak “Saka” sözcüğünün anlamı konusunda hala bir adım yol katetebilmiş değiliz. Başka bir deyişle biz olay tarihi değil, sorun tarihi yaklaşımını benimseyeceğiz.

Sadece tek bir şiar etrafında ele alacağız konuları: Tarih bilmek ve tarihte ne olduğunu bilmek farklı şeylerdir.

Konularımızın kapsamına gelirsek, bugünün olayları bile artık bizim için tarihin konusudur, dolayısıyla ele almaktan geri durmayacağız. Bu konunun elbette siyasî uzantıları da olacaktır. Dolayısıyla hemen söylemeliyiz ki ele alacağımız konular salt tarihsel konular olmayacaktır, kısacası zülfü yâre dokunacağız. Âkif’in dediği gibi “hisli iki söz söz” yazmayı çok isterdim ancak gerçeğin bu denli ağır sonuçlar doğurmasına ramak kaldığı bu dönemde kendimizi hisli bir iki söze teslim edemeyiz. Çünkü biraz önce de söylediğim gibi, yapmamız gerekeni yapmak için geç bile kaldık.

Haftaya görüşmek dileğiyle…