Aslında bu hafta başka bir konuda siz değerli okurlarımızla bir araya gelme niyetindeydik. Sizlerle çok “güzide” bir tarihçimizi, nam-ı diğer Şeyh-ül Müverrihinimizi daha yakından tanıyacaktık.

Ancak bu hafta duyurulan bir haber, bizim de birkaç söz etmemizi gerekli kıldı. Biz de bu güzide tarihçimiz hakkında sarf edeceğimiz sözleri başka bir zamana bırakalım dedik.

Malum habere göre Arnavutluk’un başkenti Tiran’da bir “Bektaşi Devleti” kurulacakmış ve bunun statüsü Vatikan örneğindeki gibi olacakmış.

Konuyu yakından bilen herkes doğal olarak hemen itirazlarını dile getirdiler. Bunlardan özellikle Sayın Hacı Dursun Gümüşoğlu’nun Ali Haydar Ercan Dedebaba’nın talimatıyla yazdığı bildiri çok önemli.

Projenin iki önemli ismi, Arnavutluk başbakanı Edi Rama ve Baba Mondi (Edmond Brahimaj).

Açıkçası herkes konuya farklı bir perspektiften yaklaşıyor ve süreç henüz çok başında olduğu için herkes bir bakıma haklılık payına sahip.

Örneğin bunun bir FETÖ girişimi olduğunu söyleyenler ağırlıkta ki haksız da sayılmazlar. Yine projeyi İsrail üzerinden okuyanlar da mevcut. Ben ise şunu açıklıkla söyleyebilirim: Bu tarz hiçbir belirleyici proje tek bir faktör tarafından oluşturulmaz, bilâkis birden fazla aktör süreci hazırlar ve bunlar bir konsorsiyum görüntüsü verirler. Bunlardan biri veya birkaçı bu sürece gidişatı içinde belli bir yön verirler. Nihayetinde proje başlangıç noktasından çok daha farklı bir yöne savrulur. Dolayısıyla söz konusu Bektaşi Devleti projesinin oluşturulmasında da birden fazla aktörün girişimi olduğunu iddia edebiliriz. Biz ise şimdiden İngiliz kokusu aldığımızı söyleyelim. Asıl önemli olan ise sürecin nihayetinde ne yönde geliştirileceğidir.

Gelelim şu Baba Mondi’ye…

Sayın Hacı Dursun Gümüşoğlu bu kişinin “bırakın dedebaba olmayı, halifebabalık makamında bile olmadığını” söylüyor.

Yine ona göre “Bedri Noyan Dedebaba tarafından Reşat Bardi Baba’ya İzmir’de halifebabalık verilmiş ve kendisi halifebaba olarak Arnavutluk’a gönderilmiş, o zaman derviş olan Baba Mondi ise, Reşat Bardi Halifebaba’dan babalık almış”.

Ancak Reşat Bardi Baba’nın vefatından sonra Arnavutluk’ta halifebaba kalmadı. Tecrübelerimizden biliyoruz ki bir yerde hak etmediği veya sahip olmadığı bir ünvanı kullanarak bir şeyler yapmaya girişenler varsa orada bir operasyon vardır. Bu şimdilik bir yanda dursun...

Projedeki bir diğer önemli isim ise Arnavutluk başbakanı. Projeye tepki gösteren herkes Baba Mondi üzerine odaklansa da bizce asıl dikkat edilmesi gereken figür Arnavutluk başbakanı Edi Rama. Çünkü egemen bir devletin kendi sınırları içinde başka bir devletleşmeye müsaade etmesi asıl garip olan şeydir.

Edi Rama Arnavutluk Sosyalist Partisi’nin lideri. Bu partinin adının sosyalist olmasına bakmayın, François Mitterrand da Fransa’da Sosyalist Partinin lideriydi ama onun içişleri bakanı olduğu dönemde Cezayir’de korkunç katliamlar yapılmıştı.

Yani bunlar sosyalistten çok neo-liberal politikacılar ve asıl beslendikleri kaynak da post-marksizm adı verilen kuramsal çerçeve.

Edi Rama’nın sosyalist partisinin siyasi çizgisi İngiliz İşçi Partisi’nden esinleniyor ve Tony Blair’in üçüncü yol yaklaşımını benimsiyor.

Yukarıda “İngiliz kokusu alıyoruz” dememizin nedeni de işte bu. Fakat burada İngiltere’yi homojen bir bütün olarak ele almak doğru olmayacaktır. Şu an iktidarda olan Muhafazakar Parti’nin siyasetinden ziyade İşçi Partisi’nin anlayışı burada daha belirleyici görünüyor.

**********

İngiliz siyasetinde Muhafazakar Parti ile İşçi Partisi arasındaki ayrımı anlamak çok önemli.

En kaba tabirle ekonomik politikalar açısından aralarında bir fark olduğunu söylemek bile anlamsız. Asıl fark dış politika söz konusu olduğunda daha görünür oluyor.

Muhafazakar Parti dış politikada daha saldırgan bir tutum sergilerken İşçi Partisi İngiltere’nin güvenliğini önceleyen bir politika izliyor. Örneğin Muhafazakar Parti öncülüğünde Mart 2021’de yayınlanan Global Britain in a Competitive Age (Rekabet Çağında Küresel Britanya) başlıklı rapor, İngiltere’nin yeniden bir küresel güç olduğunu ilan ederken, İngiltere’nin iki ana hedefinin Karadeniz ve Hint-Pasifik olduğu da artık biliniyor.

Rusya’ya karşı Ukrayna’ya asıl desteği veren de yine İngiltere, hatta Amerika’dan bile fazla.

Diğer taraftan İşçi Partisi her ne kadar programında Ukrayna’ya güçlü bir destek vereceğini açıklasa da diplomatik ilişkilere daha çok önem vereceklerini de belirttiler. Bu şu demek: Rusya’nın damarına basmayacağız, çünkü bu durumda İngiltere doğrudan Rusya’nın hedefi haline geliyor.

Margaret Thatcher döneminde Sovyetlere karşı İngiltere’ye nükleer silahların yerleştirilmesine kara verilmişti ve İngiliz derin devleti, bunun İngiltere’yi doğrudan Sovyetlerin hedefi yaptığını düşünerek Bruce Kent isimli bir papazın öncülüğünde nükleer silah karşıtı kampanyalar düzenletmişti.

Sonradan bu Bruce Kent İşçi Partisi’nden seçimlere de katıldı.

Benzer bir tutum Putinversteher (Putin’i Anlayanlar) veya Russlandversteher (Rusya’yı Anlayanlar) isimleriyle Almanya’da da vardır ve bu tutumun en bilindik temsilcisi eski Alman şansölyesi Gerhard Schröder’dir.

İşte Edi Rama da her ne kadar Ukrayna’ya desteğini açıklasa da Putin’in Balkanlar’daki en büyük müttefiki Aleksandar Vučić ile diyalog yollarını açık tutarak Arnavutluk’u güvenlikli bir konumda tutmaya çalışıyor.

**********

Böyle bir ortamda kurulacak bir “Bektaşi Devleti”nin kimler tarafından ve nasıl şekillendirileceğini şimdiden söylemek güç. Ancak böyle bir girişimin Türkiye’yi mutlaka etkileyeceği de açık.

Bunun bir yönü, Aleviliği İslâm’dan ayrı bir inanç olarak gören Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu gibi yapılara yeni bir zemin yaratması olacaktır. Zaten Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu AİHM’den bu yönde bir karar çıkarttırmıştı.

Burada Alevilik veya Bektaşilik İslâmiyet’in dışında mıdır değil midir bunu tartışmıyoruz.

Bizim için kaygı verici olan, Alevi yurttaşlarımız arasında bir bölünmenin yaşanabilecek olmasıdır. Zaten yıllarca Cem Vakfı ve İzzettin Doğan öncülüğünde Aleviler yeterince kutuplaştırıldı, sonra da uydurma bir Kürt-Alevi tanımı ortaya atılarak bölünme daha derinleştirildi. Unutmayalım, bu Baba Mondi’yi ilk kez televizyona çıkaran da Cem Vakfı’nın kanalı Cem TV’ydi.

Başka bir deyişle bu durum Türkiye’de yaşayan Aleviler üzerinde bölücü bir etki yaratma tehlikesi taşıyor. Yarın orada verilecek bir kararın ya da pratiğe dökülecek bir uygulamanın Türk Alevilerini etkilemeyeceğini kimse garanti edemez.

İkinci bir nokta, daha önce tatbik edilmemiş bir uygulamanın, yani Arnavutluk’ta dedebaba makamı olmamasına rağmen bir oldubittiyle buranın merkez yapılmak istenmesinin Türkiye açısından bir egemenlik devri anlamına gelmesidir.

Bu durumun Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiasının kabul edilmesinden bir farkı yoktur. Ha Fatih Kaymakamlığı'na bağlı olan bir oluşumu ekümenik kabul etmişsiniz ha Türkiye’ye olan dedebabalık makamının başka bir ülke sınırları içinde kullanılmasına göz yummuşsunuz, ikisi de aynı şey.

Son olarak ise etkisi her geçen gün artan İngiliz küreselci siyasetinin ve varlığının Balkanlar’da daha fazla zemin kazanması bizim için dikkat edilmesi gereken üçüncü husustur.

Ezcümle varlığımızı korumak istiyorsak uyanık olmalıyız. Daha önce Bahai fitnesi koskoca Kaçar Hanedanı’nın yıkılmasına neden oldu. Yine bir Bahai olan Fethullah Gülen de neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkacaktı. Tıpkı Bahailikte ve FETÖde olduğu gibi dinler arası diyalogcu olan Baba Mondi’yi daha yakından takip edeceğiz.

Bu arada Bahailikle ilgili çok önemli bir kitap da önermek yerinde olur: Semih Tufan Gülaltay, Fethullah Müslüman mı?

Hoşçakalın…