Ne demiştik geçen hafta, Batı’nın ideolojik eksende kendi çıkarları için kullandığı ve adına bilim dediği bir faaliyet alanı vardır.

Tekrar edelim, Batı’nın bilim dediği şey, görünürde bilimsel kriterlere dayalı faaliyet gösteren ancak Batı’nın çıkarına siyasal sonuçlar vermesi beklenen ve asıl olarak mesnetsiz önermelere dayanan etkinliklerdir, başka bir deyişle beşinci kol faaliyetidir.

Bu tip istihbarî operasyonlarda esas önemli ayak, sözde teoriyi ortaya atandan ziyade, ilgili ülkede buna alet olup cansiperane savunan, Attilâ İlhan’ın harika tespitiyle komprador aydın sınıfıdır. Ne yazık ki bizde bunlardan istemediğiniz kadar mevcut.

Batı’nın ülkemizde devşirdiği bu sahte aydın takım, kuruldukları koltuklardan milletin değerlerine hakaret etmeyi kendilerine vazife sayıyorlar, daha doğrusu bu vazifeyle o koltuklara oturuyorlar. Sonra da halkı cahillikle suçluyorlar.

Bu içler acısı tabloyu yıllardır izliyoruz ve bilinsin ki bunları unutmayacağız.

**********

Gelelim konumuza…

Burada asıl ilgilendiğimiz konu, yukarıda değindiğimiz bu faaliyetlerin ülkemizdeki yansımaları olduğu için öncelikle bize en çok saldırılan alandan, yani tarih biliminde yapılan tahrifattan başlamak gerekiyor.

Herbert Adams Gibbons isimli bir misyoner 1916’da The Foundation of the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu) isimli bir kitap yazdı ve Osmanlı’nın menşei sorusu ilk kez burada tartışmaya açıldı. Kitabın yazılma tarihi çok manidar çünkü zaten Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına İngilizlerin karşısında girmiş ve artık Türklerin Anadolu’dan atılması gerektiğine daha sonra Chatham House ismini alacak olan Yuvarlak Masacılar’ın gizli toplantılarında karar verilmişti. Hatta ne tesadüf ki sözünü ettiğimiz bu kitap 1916’da basılmasına rağmen 1915’te zaten tamamlanmıştı.

Peki o yıl başka ne mi oldu? Bir İsrail devletinin kurulması için Sykes-Picot Anlaşması gizlice imzalandı, yani Anadolu paylaşılmaya başladı. Şimdi evanjelizm denen inancın yerine o zamanlar siyonizm daha popülerdi ve İngilizler siyonist planlarını tam da bu tarihte uygulamaya başlamıştı. Anadolu’nun işgali planın bir sonraki safhası ise Sevr’de uygulamaya konulacaktı.

Bu Herbert Adams Gibbons’un ABD’li olmasına bakmayın. ABD o zamanlar henüz dünya ölçeğinde etkili operasyonel bir güç değildi. İran’da Musaddık’ın darbeyle iktidardan indirilmesinde bile ABD parasal ve diplomatik katkı verirken, sokaklarda operasyonları yapanlar İngiliz ajanıydı.

Ne diyordu peki bu Gibbons yazdığı kitapta? Temelde iki tezi vardı.

1-Türkler Orta Asya’dan geldiklerinde pagandı (s. 25), İslamiyet’le ilk kez Anadolu’da tanıştılar (s. 23) ve bu yeni inanç Osmanlılar için bir varlık nedeni oldu (s. 27). Yani Türkler barbar ve yağmacıydı, İslamiyet’le tanışana kadar bir amaçları bile yoktu.

2-Osmanlılar geldiği bu yerde yeni komşularıyla ilişkiye geçti ve ortaya yeni bir kimlik, Osmanlı kimliği çıktı (s. 28). Yani Osmanlı bir Türk devleti değildi.

Ona göre Ertuğrul Gazi Anadolu’ya 400 adamıyla gelmişti (s. 22) ama kısa zamanda binlerce savaşçıdan oluşan bir orduya sahip olmuşlardı. Demek ki birçok insan hem ihtida etmiş hem de yeni bir kimlik olan Osmanlı kimliğinin çatısı altında birleşmişti.

Yine ona göre Orhan Gazi’nin en yetenekli komutanları (Gazi Evrenos vd. kastederek) bile Rumdu ve halkı asimile olmuş Bizanslılardan müteşekkildi (s. 76 ve 79).

Kısacası Osmanlı, asimile olmuş Bizanslı ve diğer yerli halklardan oluşan, İslamiyet’i seçmiş ve artık Türk kimliğini kaybetmiş yeni bir kimlikti. Başka bir deyişle bir Türk devleti değildi.

O halde 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmaya başlayan ve 20. yüzyılda iyice etkili hale gelen milliyetçilik akımına müsaade edilemezdi çünkü bu topraklar onlara ait değildi. Bu görüşün teorik temeli de işte bu Gibbons tarafından atıldı.

Peki sadece bu kadar mı? Gibbons aynı yıl bir de kitapçık yayınladı: The Blackest Page Of Modern History: Events in Armenia in 1915 (Modern Tarihin En Karanlık Sayfası: 1915’te Ermenistan’da Yaşananlar). Ayrıntılarıyla açıklamaya bile gerek yok, adından da anlaşılacağı üzere sözde Ermeni katliamı hakkında zırvalıklardan oluşuyor. İlginçtir, eşi Helen Davenport Gibbons da The Red Rugs of Tarsus: A Woman's Record of the Armenian Massacre of 1909 (Tarsus'un Kırmızı Kilimleri: Bir Kadının 1909 Ermeni Katliamı Tanıklığı) diye bir kitap yazmıştı. Bu kitabın Türkçe çevirisine önsöz yazan kişi ise Oral Çalışlar. Anlattığına göre o gün Erivan’da yemek yiyorlarmış. Kimlerle mi? Kürdistancı Cengiz Çandar, çeşitli vakıflardan fon aldığı bilinen Medyascope’un yorumcusu Zeynep Atikkan, Almanya’da kaçak Fetöcü Ahmet Nesin’in kankası Taner Akçam ve Mehmet Eymür’le bağlantılı Esenyurt eski belediye başkanı Gürbüz Çapan. Nasıl ama?

Bunları tanı diye yazıyoruz ey Türk Milleti!

**********

Gibbons daha sonra 1923’te bir kitap daha yayınladı: Yakın arkadaşı Venizelos’un biyografisi. Bu övgü dolu kitap, Gibbons’un durduğu noktayı bize göstermesi bakımından önemli.

Gibbons’un diğer bir yönü ise Robert Kolej’in hocalarından biri olması. Burası çok önemli çünkü 1. Balkan Savaşı’nda Bulgarların genelkurmay başkanı ve iki bakanı Robert Kolej’den çıkmaydı. Gibbons da işte bu misyoner okulunda Türkler aleyhine faaliyet yürüten casuslardan biriydi.

**********

Gibbons’un tezi modasını yitirdi sanarsak yanılırız. Hala buna benzer tezleri savunan akademisyen görünümlü kişiler mevcut. Örneğin Türk eğitim sisteminin sömürgeleştirilmesini sağlayan Fullbright programının bir neferi olan Heath W. Lowry.

Ama en acısı da Türk akademisyenlerin buna alet olması. Medyada sürekli boy gösteren zevatın hem kendilerini milli ve milliyetçi gösterirken hem de bu tezleri savunmalarını dikkatle izliyoruz.

Örneğin Cemal Kafadar bir yandan iki sayfada Gibbons’un yukarıda sözünü ettiğimiz tezlerini eleştirir gibi yaparak sonunda onun için “bütünüyle yanlış sayılmazdı” derken (İki Cihan Âresinde, s. 79) diğer yandan Köprülü’yü on sayfadan fazla eleştirirken onun ne şovenistliğini bırakıyor ne bilimsel taraflılığını.

Bunları tanımak zorundayız. Hoca, âlim, bilgin diye ortalarda dolaşanların Türk Milleti’ne ve onun geleceğine verdikleri zararları tek tek tespit etmek durumundayız. Aksi takdirde çocuklarımız yaşayacak bir vatan bulamayacak.

100 yıl öncekilere benzer senaryolara bugün payanda olanlara söylüyorum, yarın öbür gün hıyanet-i vataniyeden yargılanırlar. Herkes ağzından çıkana dikkat etmek mecburiyetindedir. Bizden uyarması…

Kalın sağlıcakla…