Batı’nın Bilim Dediği Şey

Anadolu’da Türk varlığından rahatsızlık duyuluyor. Hepimiz bunun farkındayız. Bu bir komplo teorisi değil.

Peki Anadolu’daki Türk varlığı nasıl olacak da ortadan kaldırılacak ya da etkisizleştirilecek?

İşte Batı’nın bilim dediği şeyin -dikkat ederseniz Batı bilimi demiyoruz, çünkü Batı bilimi kökleri İslam bilim geleneğine dayanan saygın bir kurumdur- kullanım alanlarından biri de budur.

Batı’nın bilim dediği şey ne diye soracak olursanız, görünürde bilimsel kriterlere dayalı faaliyet gösteren ancak Batı’nın çıkarına siyasal sonuçlar vermesi beklenen ve asıl olarak mesnetsiz önermelere dayanan etkinliklerdir, başka bir deyişle beşinci kol faaliyetidir.

Örnek lazım olursa Anadolu’nun işgalinden daha iyi bir örnek bulunamaz.

Anadolu’yu işgal girişimi ilk kez Herbert Adams Gibbons isimli, Robert Kolej’de ders veren misyonerin 1916’da yazdığı The Foundation of the Ottoman Empire adlı sözde tarih kitabıyla başlatıldı. İngiliz ve Yunan askerleri aslında bu kitapta anlatılan şeyden güç alarak İstanbul Anadolu’yu işgale başladılar. Söz arasında Robert Kolej Osmanlı’ya karşı Balkan isyanının merkeziydi.

Ne diyordu bu zat kitabında; Osmanlı bir Türk devleti değildir, Rum devletidir. Türkler Bizans’tan devlet geleneğini öğrendikten sonra Anadolu’da bir devlet kurabilmişlerdir. Ayrıca bölgede yaşayan yerli Rum halkla karışarak da yeni bir kimlik inşa etmişlerdir.

Kısacası ona göre Anadolu’da Türk yoktur.

Gibbons denen bu adam ve eşi Helen Davenport Gibbons’un hem Ermeniler hem de Rumlara yönelik sözde katliamlar hakkında yazılar yazması da onun nerede durduğunu anlamamız bakımından önemli bir kriter.

Anadolu’nun işgalinin meşruiyeti işte bu saçma sapan tezlerle sağlanmaya çalışıldı. Anadolu sözüm ona gerçek sahiplerine verilmeliydi. Ama başaramadılar…

Peki devamında ne oldu?

M. Fuat Köprülü bu iddiaya karşı bilimsel açıdan güçlü bir karşı çıkış gösterebilmişse de hemen arkasından Paul Wittek gaza teziyle bu kez konuyu yine Türklükten çıkarıp başat aktörün İslamiyet olduğu bir çerçeveye yerleştirdi. Yine Köprülü’nün tezlerinin takipçisi olan Ömer Lütfi Barkan’ı da her daim hatırlamak ve hatırlatmak bizim için bir borçtur.

Günümüzde ise Gibbons’un teziyle benzerlikler taşıyan Heath W. Lowry’nin ileri sürdüğü “yağmacılık tezine” daha dikkatli bakmamız gerekiyor.

Buna göre Osmanlı Devleti’ni kuranlar hem Müslüman hem de gayrimüslimlerden oluşuyordu ve yağmacılıkla geçinen farklı yapıları içeriyordu. Yani çapulcuydular. Türklük ise bu senaryoda da çok küçük bir rol oynuyor.

Papyonuyla maruf bir “sahte” profesörün Osmanlının kuran atalarımız için “at hırsızı” demesinin nedenini ve kimlerin kimlerle irtibatlı iyi anlamamız gerekiyor.

Bu Lowry de ne tesadüf ki Türk eğitim sisteminin sömürgeleştirilmesini sağlayan Fullbright programının bir neferi, yani bir anlamda tarihçilik mesleğinin Henri Barkey’i.

O halde sorumuz şu: 1919’da yaşanan olaylar aynen tekrar mı ediyor?

O dönem Herbert Adams Gibbons’un oynadığı rolü bugün kimler üstlendi ve daha da önemlisi Türkiye’den hangi ajan-profesörler buna payanda oluyor?

Önümüzdeki haftadan itibaren tüm bu tezleri tek tek ayrıntılı olarak ele alacağız ve bu yazar-çizer takımının Türkiye’deki uzantılarını deşifre edeceğiz.

Kalın sağlıcakla…